15 Aralık 2013 Pazar

Türk, etnik bir topluluk da değildir!

Türk ırkı var mıdır yok mudur ile ilgili bir tartışma başladı. AKP'li vekil, AKP'li olmasına karşın, haklı bir tanım yaptığı hâlde MHP'den tépkiler gelmişti. Ardından ulusalcı cepheniñ bir önderi olan Doğu Perinçek de AKP'li vekiliñ söylediklerini doğrulayan bilgiler vérdi. 

Gerçekten de Türklük bir ırk değildir, dahası etnik bir köken de değildir; Türklüğüñ, daha kapsayıcı veya geñiş bir kavram olduğunu, eñ azından öyle ortaya çıkıp soñ zamanlarda bundan saptırıldığını tartışacağım. Genetik anlamıyla ırk zaten yañlışlanmış bir olgudur, olsa olsa kişioğlu bir ırktır. Tabî bu durum, etnik veya kültürel veya coğrafî kimlikleriñ olmamasını, daha özel olarak Türk kimliğiniñ olmadığını gerektirmez. Bu yazıda, Türk kavramını irdelerken, diğer ilgili kimlikleriñ de ne tür bir konumda olduklarını ayrıca irdeleyeceğim. Özellikle yazınıñ soñ bölümünde Türk kavramınıñ kimseniñ tekeline bırakılamayacak déñli önemli ve gerekli bir kimlik olduğunu añlatacağım, tıpkı diğer kimlikler gibi.

Konuda dalmadan önce, söylemeden édemeyeceğim; AKP'li Yasin Aktay'ıñ tek hatâsı, İsmet Özel gibi Türklüğü İslam'la özdeşleştirip öncesini yok sayan biriniñ sözünü alıntılamasıdır çünkü sözünde doğrudan "Türk ırkı yoktur" diyor, bu da milliyetçileri doğal olarak kızdırıyor; dahası, milliyetçileriñ kendi mensubiyetleriniñ yok sayılması söz konusu oluyor. İsmet Özel'iñ o sözü, tıpkı bir dönem Ülkücüleriñ ve soñrasında Kenan Evren'iñ "Kürt diye bir şey yoktur" türünden sözler démesini añdırıyor, Kürtleriñ de nasıl tépki verdiklerini añımsayıñız. Neyse ki, AKP'li olmasına karşın Aktay, diğer tümcelerinde durumu düzeltmiş, dahası Perinçek'ten de düşünce ma bilgi olarak arka almıştır.

Özüne bakarsañız, soñ birkaç on yılda Türk kavramını etnik bir añlamda kullanmak olağanlaşmış görülmektedir. Oysa sözü édilen etnik topluluğuñ adı Türk değil, Oğuz ya da Yörük veya Abdal'dır. Birileri bence Türklük kavramını kendi tekéline almaya çalışarak başkalarına üstünlük sağlama péşinde benim görüşümce. Oysa Türklük, ne ulusalcılarıñ ne ülkücüleriñ ne de başka bir öbeğiñ tekéline bırakılabilir! Aynı şeyleri Kürtlük için de düşünüyorum: PKK veya BDP gibi "oluşumlar", Kürt etnik kökenini kendi tekéline almaya çalışıp güç élde étmeye çalışıyor (tabî bu başka bir yazınıñ konusu). Özellikle "Kürtler ve Türkler" gibi yañlışımsı ifâdeler sık geçiyor, sanki bunlar kesişmeyen, ayrık iki toplulukmuş gibi. Oysa bir kişi hem Kürt hem Türk olabilir. Belki adam kendini dünya vatandaşı görüyordur?

Konuya dönersek, eñ geñiş añlamıyla Türk, Türkçe konuşandır. Bu tanımı Tarihçi-Türkolog Jean-Paul Roux de aynen bu biçimde vérir [Roux, "Türklerin Tarihi", bét 9]. Ulusalcı Perinçek'iñ bile değindiği gibi, Türkçe konuşan halklarıñ kalıtım/genetik dağılımı oldukça karışıktır, tek bir soya indirgenemez. Dar añlamıyla ise Türk, Cumhuriyeti kuran Türkiye halkıdır. Atatürk'üñ yaptığı bu tanımı biraz daha açmadan önce, geñiş añlamdaki Türk kavramını irdeleyelim.

Tarihte Türk kavramı.


Türk adı, Gök Türkler dışında, 1923 yılına dék hiçbir devletiñ adında geçmemiştir. Osmanlı'nıñ ilk döneminde, Orta Asyadan ve Anadolu Selçuklularından gelen bir devlet olduğu añlaşılsın diye Türk adı, yalñızca dili konuşanları bélirtmek için kullanılmış (Türkî), bir yandan da Marşlarda Türk Milleti olarak geçmiştir. Ardından İmparatorluğuñ soñ dördünüñde Türklük, özellikle orduya oğul véren nüfusu añlatmak için kullanılmıştır. Ondan önce yalñızca etnik adlar olan, Yörük, Türkmen, Abdal gibi tanımlar bulunurdu. Batılılar, Türk sözcüğünü Sunnî-Müslüman kavramıyla eş añlamlı olarak kullanmışlarsa da, Osmanlı için böyle bir déñlik yoktu. Osmanlı'da daha çok "köylü, kaba saba adam" añlamları kaydedilmiştir [bkz. Kâmus-i Türkî].

Osmanlı'nıñ soñ dönemlerinde Fransız İhtilâli'nden yayılan ulusçuluk/milliyetçilik akımı, Anadolu topraklarına da ulaşmıştı. Birtakım Macar tarihçileriñ, sözde Ural-Altay (Turan) ırkı ile ilgili yazılarından soñra Türklüğü bir ırk olarak tanımlamak amacıyla bazı Jön Türkler, Anadolu'da Türk sözde ırkına/etnik kökenine dayalı bir akım başlatmış oldular. Daha soñrasında Cumhuriyet döneminde Hüseyin Nihâl Atsız gibi yazarlar ile Türkçülük-Turancılık akımı iyice géñişleyecek; davalarla bastırılıp marjinal bir topluluk olarak kalınca bu akım, İslâm ülküsü ile birleşip Muhsin Yazıcıoğlu ma Alparslan Türkeş gibi siyasetçiler doğuracaktı. Bu türden siyasetçiler ve ardılları, Devletiñ önemli konumlarında yükselip Türkiye Cumhuriyeti'niñ ilk devlet terörünü uygulatacaktı. Bugün ise Devlet Bahçeli, bu politikalardan kendi kitlesini uzak tutabilmiş görünüyor. Ancak bu kéz AKP hükümeti, bu konuda vardiyayı devralmış, devlet terörünü açıktan, arkasına cemaatleri alarak uygulamaya başlamıştır [bkz. Uluslararası Af Örgütü Gézi Parkı Raporu].

Türklük kavramı tarih içinde birçok kéz değişime uğramış, birçok kéz siyâsî amaçlarla öz añlamınıñ dışına itilmiştir. Örneğin, Türklük kavramı ilk kéz Gök Türk Kağanlığı'nda bir boylar birliğini (konfederasyonunu) bétimlemek için kullanılmıştır [bkz. Çin kaynaklarında 突厥 Tū-jué "miğferliler, çapulcular", Orhun yazıtlarında Türük bodun "Türk/düzenli boylar", Gök Türk-Bizans étkileşimleri. Hunlarda olduğu gibi Gök Türklerde de, Türk dilini konuşan göçebe boylar bir araya gelmiş, birkaç yüzyıl uzlaşı içinde yaşayabilmişlerdir. Orkun yazıtlarında bu durumuñ sağlanmasını türü "töre/düzen, yasa", él "devlet, il/ülke" ve ét- "düzenlemek" kavramlarıyla añlatmışlardır:
Üze kȫk teñri basmasar, asra yagız yér télinmeser, Türük bodun, iliñin türüñün kem artatı udaçı érti? (Üzerinde mâvi gökyüzü çökmezse, aşağıda yağız yér délinmezse, düzenli boylar, devletiñizi, düzeniñizi kim bozabilecekti?) Kül Tégin yazıtı, Doğu yüzü 22. dize.

Zâten, Türük "düzenlenmiş/düzenli" sözcüğü de Ana Türkçe *tür- > tüz- "düzenlemek, düzmek" éyleminden gelir. Burada dénmek istenen, boylarıñ başı boş çapulculuklar yapmaları yérine, tek çatı altında kurulan bir düzene veya töreye girip kendi kaynaklarını oluşturmasıdır.

Kısacası, Bumın Kağan ma İştemi Kağan önderliğindeki Gök Türkler, özellikle göçebe olan boyları birleştirmiş, aralarında etnik ya da ırksal bir ayrım yapmamıştır. Ancak Orkun yazıtlarından añlaşılacağı üzere, Türk olarak anılan boylardan ayrı olarak, içlerinde bulunan Oğuz Béylerine de bol bol seslenilmektedir: 
Türük Oġuz Bégleri, bodun! (Türük [düzenli olan] Oğuz Béyleri [ve] boylar). Kül Tégin yazıtı Doğu yüzü 22. dize.
Türük bégler, bodun! (Türük [düzenli olan] béyler [ve] boylar). Kül Tégin yazıtı Güney yüzü 10. dize.
Otuz Tatar, Tokuz Oguz bégleri, bodunı! (Otuz Tatar [ve] Dokuz Oğuz béyleri [ile] boyları). Kül Tégin yazıtı Güney yüzü 2. dize.
Görüldüğü gibi, tüm örneklerde Türük "Türk, düzenlenmiş" sözcüğü sıfat işlevindedir çünkü bodun sözcüğü bod "boy, kavim" sözcüğünüñ eski çoğul eki -n almış biçimidir, tamlanan éki almamıştır. Bunu, örnek olarak Türük bodunı (Türk boyları) değil, Türük bodun (Türk [düzenlenmiş] boylar) olarak sıfat tamlaması biçiminde yér almasından ma sözcüğüñ kökenindeki añlamından añlıyoruz (oysa Oguz "Oğuz" sözcüğü sıfat değil, hep ad olarak kullanılmıştır: Oğuz Bodun/Bégler değil Oğuz Bodunı/Bégleri). Démek ki Türk sözcüğü, o dönemde gerçek añlamıyla ("düzene girmiş boylar") kullanılıyordu.

11. yüzyıla gelindiğinde ise, Kaşgârlı Mahmud'uñ yazdığı Divânü Lugât'it-Türk (Türk Dilleri Sözlüğü) gibi yapıtları görüyoruz. Bu yapıtta özellikle Türk maddesine baktığımızda Kaşgârlı; Türkleriñ, Tañrı élçisi Nuh'uñ "Türk" adındaki oğlundan geldiğini savunur. Bu adıñ Tañrı tarafından konulduğunu söyler, daha da ileri gidip Türk'leriñ Tañrı'nıñ ordusu olduğunu bildiren isnat zincirini Tañrı élçisi Muhammed'e dayandırdığı bir kut sözü (hadisten) dile getirir. Oysa Türk sözcüğü Gök Türklerden (5.yy) önce görülmez. Ondan önceki oluşumlarda ise Türk dénilen boylardan daha géñiş bir boy birliği kuran Hun, Avar kağanlıkları ve Mançu egemenliğindeki Çin hanedanlığı vardı, ancak bunlar Nuh'uñ oğulları gibi bir soy birliğine dayanmaktan çok uzaktı.


Tarihte Oğuzlar ve Türkler.

Oğuzlarıñ Türk kağanlığında (Gök Türk) baskın bir etnik topluluk olduğunu söylemiştik. Oğuzlarıñ Türk kavramından daha eski oldukları gerçeği ise Türk kavramını aydıñlatmada daha yardımcı olacak bir konudur. Oğuzlarıñ eskiliği, Türk kavramınıñ zaten 5.yy'da oluşması ancak Oğuz adınıñ çok daha eski kaynaklarda bulunması ile açıklığa kavuşur. 

Oğuz adı, Oğuzlarıñ eski bir kolu olan Oğur adıyla aynı sözcüktür. Buradaki /r/ ma /z/ karşıtlığı, Türk dilleriniñ zaten eñ bilinen özelliklerinden biridir [bkz. Rhotacism/Zetacism]. İlk Türkçe başta hiç /z/ ile /ş/ içermeyen bir dilken daha soñra ikiye ayrılıp bir kolundaki /r/ ile /L/ sesleri sırasıyla /z/ ile /ş/ oldu ancak diğer kolda bu değişim gerçekleşmedi. Bu değişimiñ ana étkeni, bu iki koluñ ayrılıp aralarındaki iletişimi yoka düşürmeleridir: R-L Türkçesi konuşan Bulgar Türkleri ilk yüzyıl sıralarında Doğu Avrupaya göç éttiler. Bugün onlarıñ tek kalan torunları Çuvaşlar hâlen bir R-L Türkçesi konuşmaktadır. [Fuat Bozkurt, Türklerin Dili] [Emine Ceylan, Çok Zamanlı Çuvaşça Ses bilgisi] [Talat Tekin, Volga Bulgar Kitabeleri ve Volga bulgarcası] [Talat Tekin, Tuna Bulgarları ve Dilleri]

Bulgar Türklerine, daha doğrusu Ogurlara, Arap kayıtlarında Ġur/Uġur olarak, Avrupa kayıtlarında Ugour/Ogour/Yougour olarak geçer. Bulgar devletlerinde bu ad da geçmektedir: Unogur, Kutrugur ile Utrugur devletleriniñ adları, On Ogur, Tokur Ogur (Dokuz Oğur) ile Otur Ogur (Otuz Oğur) biçimlerinden ses değişimi geçirmiştir. Bu adlar da Türk Kağanlığı içindeki Tokuz Oguz, Üç Oguz, Otuz Tatar, On Ok gibi boy topluluklarıyla beñzer yapıdadır. İlk Oğuz adınıñ ise Çin kaynaklarında geçen Mou-Tun olduğuna inanılmaktadır ancak bu sözcüğüñ Bagatur sözcüğüne denk geldiği daha güçlü bir olasılıktır. Bu yüzden aynı dönemlerde Hunlarıñ savaştığı bir boy olarak anılan Wu-Çi, Hu-Çi, Wu-hu gibi yazılışlarla añılan boy adlarınıñ özünde Oğur sözcüğü olduğu görülür (Çincede heceler ya açıktır ya da /n/, /ng/ ile biter, o yüzden Oğur ya da Oğuz adını yazmak Çincede oldukça güçtür).


Oğuzlar daha soñra Oğuz Yabguluğunu kurup, ardından Selçuklular, Gazneliler, Akkoyunlar, Karakoyunlar gibi devletler kurmuş soñunda Anadolu Selçuklularıyla Bizans'a dayanmışlardır. Oğuzlarıñ Anadolu'ya gelen bölümüne geñellikle Türkmen de denir. Türkmen, "Türk gibi, Türkî, Türk beñzeri" démektir çünkü bir şekilde Türk dénilen boylar topluluğunuñ yöneticileri olagelmişlerdir. Türkmenleriñ bir bölümü Horasan'da kalmışsa da, çoğu Anadolu'ya göçmüş olduklarından Yörük (yürümüş démektir) veya Abdal (Türkmen olanlar içindeki bir Alevî rütbesinden gelir) veya Ahî (Arapça kardeş sözcüğünden gelir) adını almışlardır. Bu adlar özellikle Osmanlı döneminde Sunnî ile Anadolu Aleviliği ayrışmasınıñ başlamasıyla oluşmuş, Osmanlı devlet yapısı tarafından bu gruplarıñ özellikle Alevî olanları dışlanmıştır.


Türkiye Cumhuriyeti'ne varıncaya dék Türk sözcüğü geñellikle köylü olan Oğuz boylarını nitelemek için kullanılmıştır. Çünkü askere alımlar, bu boylar üzerinden gerçekleşir ve nüfus sayımınıñ ikinci nédenini oluşturur (ilk nédeni vérgilendirme gereksinimidir). Askere alınanlar kayıtlar Yörük olarak geçer, ancak Fransız ihtilâli soñrasında Türk diye de añılmaya başlandı.


Fransız ihitlâlinden soñra Fransa'da gelişen akımları takip éden gençler, oraya gönderildiler. Yurda dönenlere Jön Türk (Genç Türk) adı vérildi, nitekim Avrupa Osmanlıdaki Müslüman Oğuzlara Türk adını vériyordu. Jön Türkler, Fransa'dan ithâl éttikleri milliyetçiliği Türk adıyla yaymaya başlarken bu akımıñ doruklarında Macar tarihçilerden aldıkları destekle "Türk ırkından" söz étmeye başlayanlar oldu. Bu da aydıñlar arasında "Türk" veya "Türk değil" ayrımını/yaftasını doğurdu. Bu durum yaygın olmasa da kimilerince hâlen yapılmaktadır ne yazık ki.




Cumhuriyet dönemindeki Türk kavramı.


Cumhuriyet döneminde, Türk kavramında ortaya çıkan sapmalarıñ düzeltildiği görülüyor. Cumhuriyeti kuran Atatürk, ırkçı veya etnikçi bir yaklaşımı yadsıyıp doğrudan "Cumhuriyeti kuran Türkiye halkına Türk milleti denir" sözü ile "Ne mutlu Türk'üm diyene" sözünü Türk kavramını tanımlamak için kullanmıştır. Buna göre, toplum olarak Türkler, kurucu olarak sayılacak tüm topluluklar olarak tanımlanır. bunlar arasında Yörükler, Abdallar, Lazlar, Çerkezler, Kürtler, Araplar, Ermeniler, Rumlar başta olmak üzere Anadolu'da yaşayan tüm etnik topluluklar sayılmalıdır. Bu da "Türk milleti" kavramını bir etnik topluluklar topluluğu yapar. Bugün bu sözüñ biraz değişiği Anayasa'nıñ 33. maddesi olarak çok soñradan eklenmiştir.

Öte yandan birey olarak Türk ise, kendine Türk diyen olarak tanımlanmıştır. Bugün kimi milliyetçileriñ bu sözü kendi tekellerine alıp kendi baskıcılıklarını meşru hâle getirmesi, etnik milliyetçilik yapanlarıñ da bu sözü ırkçı bir añlamda algılamalarına néden olmuştur.



Türk kavramınıñ işlevi.




Şimdi diyeceksiniz ki, mâdem Türk etnik bir köken de değil, kastedilen etnik kimlikler Yörük/Abdal/Türkmen ise, bu durumda Türk kavramına né gerek var? Cumhuriyeti tüm bu kimliklere eşit uzaklıkta, CHP Géñel Başkanı Kılıçdaroğlu'nuñ önerdiği üzere, bir vatandaşlık kavramı üzerine oturtsak?



Gerçekten tüm kimliklere eşit uzaklıkta ve tek bir yalıñ vatandaşlık tanımı oldukça usa yatkın ve çözümleyici bir öneridir. Ancak bunu engelleyen bir şey var: Türk kimliğiniñ gerekliliği. Bu kimlik, özünde kendini Yörük, Abdal, Türkmen, Arap, Kürt, Çerkez, Laz veya Ermeni gibi bir etnik kimlikte hissetmeyip ancak geçmişini de inkâr étmeksizin var olabilmek isteyen kişiler için gereklidir. Tüm sülâlesi, atıyorum, Yörük veya Kürt veya karışık kökenlidir ancak kendisi şehre yérleşmiş, yarı göçebeliği ya da çiftçiliği/hayvancılığı/toprağı bırakmış, üzerinde o tür kimlik izleri taşımayan birçok kişiniñ olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu tür kişiler, işte, kendilerine Türk diyeceklerdir, démektedirler. Bu şekilde mutlu olmakta, ancak buna yapılan bir tehtid algısı olduğunda ise mutsuz olmakta veya öfkelenmektedir. Tam karşılığı olmasa da, Kürtleriñ, ezildikleri için algıladığı büyük tehtid gibi hislere kapılabilir hatta bu yüzden birçoğu Kürtleri añlayabilmektedir.

Soñuç olarak, ırk/etnisite üzerinden siyasetle bir yére varmaya çalışanlar geñellikle kötü niyetli ya da bilgisizdir, ancak geñellikle kötü niyetlidir. Türk'ü tekeline almaya çalışan birtakım milliyetçi kesimleriñ engellenmesi, Türklüğüñ onlardan kurtarılması gereklidir. Ancak bu tek başına gerçekleşebilecek bir olay değildir. Burada kendini Türk olarak görenleriñ, yani Türkleriñ, yanlarına özellikle Kürtleri ve diğer toplulukları alarak, onlarıñ da kimliklerini tekel olmaktan kurtarmalıdır. Bu birlik oluşmadıkça bu ülkeden né Cumhuriyet olur, ne yol olur ne kasaba! :)



Yiñe de güzel bir şey söyleyeyim: Gézi parkı direnişi, ilk bir ayında, gerçekten söz éttiğim türden bir birliğiñ ilk sınamasıydı.

2 Aralık 2013 Pazartesi

YÖK soñrası yüksek öğretim

Bu yazıda Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) 'nuñ kaldırılması durumunda bilimiñ, araştırmanıñ  ve yüksek öğretimiñ geleceği üzerine okuyucunuñ katılmasını umduğum bir düşüncemi işliyorum. Ana düşüncem, üniversiteleriñ özérk/bağımsız olup, yaptıkları öğrenci alımlarında, sınavlarda, kadro alımlarında, yönetim séçimlerinde, yönetmeliklerde ve uygulamalarda bir éşitsizliğiñ olup olmadığını denetlemek amacıyla bağımsız bir yargı düzeneğiniñ kurulması yönündedir.


Özet olsun diye çizdiğim çizelge.


YÖK, 1982 T.C. Anayasası'nıñ 131. maddesiyle taban bulur, ilgili yasa ise 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu'dur. Kenan Evren, Türkiye'deki tüm Üniversiteleri tek bir çatı altında toplamakla, darbe öncesindeki öğretim üyeleriniñ haksızca kadro bulması olayına soñ vermiş olacağını söyleyrek gerçekten içimize su serpmiştir(!) Ancak YÖK kurularak başka bir sorun ortaya çıkmıştır: öğretimiñ, araştırmanıñ niteliğiniñ aşırı düşmesi ile bilimcileriñ yétişmesiniñ güçleşmesi.

Bu büyük bir sorundur çünkü yüksek öğretimiñ amacı da bu durumuñ tersini gerçekleştirmek, ülkeyi bilim yapılabilecek bir yére çevirmek, bilimcileriñ yétişebilmesini sağlamak ma bilim dünyasına olabildiğince katkıda bulunmak değil miydi?

Biraz daha somut gidelim. YÖK'ü istemiyoruz, orası bir gerçek. Ancak şimdili düzeni YÖK'ten arındırırken karşılaşılacak direnciñ yalñızca siyasî érkten gelmeyeceği çok açıktır. YÖK'üñ varlığına ve bu düzene bağlı kalmış birçok kişiniñ olduğunu çok iyi biliyoruz. Kalkıp bir gündoğumunda "Durum böyle olduğu üçün YÖK'ü yok étmek zorunda kalmıştır!" dénildiğinde kendi geleceğiniñ tehlikede olduğunu düşünen birçok öğretim üyesi ve memur, bir direnç oluşturacaktır.

YÖK'üñ eñ büyük götürüsü, bilimcil araştırmaları düzene sokacağım diye evrensel olmaktan alıkoymaktır. Né de olsa, bilimcil araştırmalar ülkeleriñ sınırlarınıñ ötesinde olup bağımsız bir tabanda yapılmak durumundadır. Kısacası üniversiteler, özerk olmalıdır, kendi bilim hedeflerini koyabilmeli ve ona göre özgürce hareket édebilmelidir. Bilimsel araştırma kaygısı güden bir ortamda da, siyasetiñ kabadayılık yapmasına engel olacak olanlar yiñe bilimadamları olacaktır. Yalñız, burada büyük bir çatışma var: bilim özerk olacak da, bilimciler özérk olmayacak ki!

Bu, YÖK kalıdırıldığı ânda oluşacak olan bir çatışkı olup başka bir şeyle düzeltilebilir: yargı. Evet, yargı bu işiñ içine dos doğru girmelidir. Üniversiteler, özérk olursa, içindeki bilimcileriñ yañlış işler yapmasını önleyecek, kısaca onları denetleyecek bir düzenek gerekir. O da bir yargı kurumuyla gerçekleşebilir: bağımsız bir yargı kurumu.

Öğrenci, öğretim üyesi, kadrolu çalışan, yönetici alımlarında, yönetmeliklerde, sınavlarda tüm yétki üniversiteniñ ve bölümleriñ olmalıdır. Bu da bilimde özérkliktir zaten. Hemen ilk itirazı duyar gibiyim: "Né yani, öğrencilerini üniversite kendi mi seçecek?". Hem evet, hem hayır! Bölümler, öğrencileri ölçecek ve değerlendirecek ancak bu ölçme ve değerlendirmeleriñ éşitlikçi bir yolla olup olmadığını dénetleyecek.

Kısacası, bağımsız bir yargı kurumu üniversiteleri, T.C. Anayasası'na, insan hak ve özgürlüklerine göre denetleyecek. Sınavlarda bir kayırma, öğrencilere ya da çalışanlara bir haksızlık yapamasın diye her şey denetime açık yapılacak. Onuñ dışında üniversiteler kendi istedikleri hedefleri oluşturup o hedefe yürüyebilecekler.

Bunuñ olabilmesi için yargı kurumunuñ bir tür mahkeme olması gerekmektedir. Şimdiki durumda vatandaşla ile devlet arasındaki davalara bakan Yargıtay, Anayasa ile uyuşmazlıklara bakan Anayasa Mahkemesi, devlet kurumları arasındaki davalara bakan Danıştay ve soñ olarak Askerî mahkemeler yüksek yargı olarak bulunuyor. Ayrıca ticarî davalara bakan ticarî mahkemeler, devlet kurumları arasındaki mâli denetimi yapan Sayıştay gibi birçok mahkeme bulunuyor. 

İşte bunlara ék olarak, Yüksek Öğretim Mahkemeleri kurulmasından yanayım. Bu mahkemeler, bir yüksek öğretim kurumuyla ilişikte olan kişiler arasında ve onlarla muhattap vatandaşlar arasında geçen davalara bakmalı, yüksek öğretim kurumlarını denetlemelidir. Yüksek öğretim kurumları ise, bu denetimiñ sınırları içerisinde özgür olmalıdır, nitekim bu sınırlar da başkasınıñ özgürlükleriniñ doğal sınırlarıdır.

Örneğin, böyle bir düzende ÖSYM diye bir merkez ortadan kalkmış olacağı için bölümlere giriş sınavları ve yérleştirmeler, doğrudan bölümler tarafından yapılacaktır. Dahası, sınavlar eleme yoluyla değil, başarı yoluyla ölçme ve değerlendirme içerisinde olacak, denetiminde ise öğrencileriñ ve üniversiteleriñ oluşturduğu ortam soñucunda gelişen yönetmelikler ve T.C. Anayasası rol oynayacaktır.